30 Mart 2016 Çarşamba

Diren Sanat; Diren Hayat, "MONAD BALKAN" İ z l e n i m l e r...., monad.balkan@gmail.com

Ahmet Yeşil, Emre Gün, Atilla Atar ve Küratör Ankara sergileri
Ankara sosyal yaşamı devam ediyor. Evet terörün bombaları korkusu var; öteyandan canlarımız ciğerlerimizin bizden ebediyen ayrılışlarının acısı. Halk ikilem içerisinde kaldı; terör yokmuş gibi davranmak mı çünkü mesela Fransa'daki katliamdan sonra kültür bakanı Fleur Pellerin demişti ki, ' konserleri sakın ertelemeyin; barbarlık karşısında bizim en büyük kalkanımız kültürdür; en iyi silahımız da sanatçılarımızdır'. Meydanlarda toplanarak protesto etmek mi; sokakları boşaltıp evlere kapanmak mı, yahut hayata kalındığı yerden aynen devam etmek mi?... Velhasıl bir tereddüt iklimi sürüp gidiyor.
Bu bağlamda BRHD (Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltraşlar Derneği) 4 nisan 2016 günü açacağı geleneksel yıllık 46. sergisinde simsiyah tuvallerle izleyici karşısına çıkma kararı aldı. Katılımcılar da siyah kıyafetlere bürünerek gelecekler.
  
Ahmet Yeşil'in resim sergisinden başlayalım. Serginin adı, 'tarihsiz günlükler-III'. (18 mart-6 nisan 2016). 18 mart öyle bir gün oldu ki Ankara'da en az 5 galeride sergiler düzenlendi. Mart bereketi. Cemreler düşüyor, havalar bir ısınıyor bir soğuyor; mart kapıdan baktırıp kazma kürek yaktırıyor. Evdeki kediler hırçın, 'bırakın bizi dama çıkalım' diye miyav mırnav haykırıyor.
Yeşil'in sergisi Galeri Soyut'da (yıldızevler mah. rabindranath tagore cad. şehit mustafa doğan sok. 82/A-B çankaya 06550 ankara; 312- 438 8670 galerisoyut@gmail.com) yer aldı.
Sanatçı 1954 Mersin doğumlu. Resim eğitimini Nuri Abaç, İlhan Çevik ve Emür Tüzün'den almış.Yeşil'in ibrişimleri derleyerek ince ince işleyerek, ışıklı gölgeli deniz dalgalarını görmeye alışığız. Bu kez o ibrişimler birbirlerine dolanarak dalgaları aşmış başka konseptlere de bürünmüşler. Bana şahsen değişik gelen bir Yeşil izledim. Elektrik aldım (!).
Bu ara Tagore derken (Soyut'un bulunduğu caddenin ismi) ünlü şairden bir aforizma aforlayayım; diyor ki, ' bize ait olan her şey bize gelir; yeter ki alma kapasitesini yaratalım'. Öf ne söz... Konumuz dışı gibi gözüküyor ama gene de açayım bu sözü. Yoksa dayanamam; 'Bu alem aslında bizim yarattığımız bir hayaldir. Biz derken her şeyi kastediyoruz. Evreni, kara delikleri, pulsarları, büyük patlamayı... aklınıza ne gelirse. Hep birlikte ortaklaşa böyle bir alem yaratıp senaryosunu yazıyor ve sonra geçip rollerimizi alarak oynuyoruz. Yani son analizde her şey biziz ve her şey de dolayısıyla bizimdir. Ama öyle gafilleriz ki uyuyoruz; unutmuş gitmişiz bu senaryoyu yahut bu dramayı kendi yazdığımızı. Uyandığımız gün uyurken kendimize yasak ettiğimiz hakikati bulacağız. Bu kapasiteyi yaratırsak her şey biz olacak.'
Bu benim acizane yorumum. Belki Tagore başka şey söylemek istedi. Olsun; kalblerimiz bir olsun!
Şimdi Yeşil de diyor ki, 'tarihsiz günlükler'. Neden tarihsiz? Yaşanmışlıklar günlüklere geçirilmedikçe tarihsiz kalırlar. Yeşil sanırım günlük tutmuyor. Yaşanmışlıkları zamanın da tahripkar gücüyle tarihleri silinerek giderek buğulanıyor ve eriyen kar taneleri gibi yokluğa karışıp geçip gidiyor. Benliği böylece yoklukla birleştiğinde kendisini Tagore'un dediği gibi keşfetme kapasitesine ulaşıyor.
Tagore caddesinde kendini keşfe çıkmış bir sanatçı, ibrişimleri boğumlayıp şu hayalden hayata tutunmayı çalışmış ama merhum romancı Oğuz Atay gibi tutunamama olasılığını sezerek halatlarını koparma yoluna girmiş. Ben öyle gördüm. O benim ne gördüğümü bilemez tabii.
Soyut Galerinin alt katındaki küçük salonda ise seramik sanatçısı Emre Gün'ün eserleri yer alıyor. 1988 İzmit doğumlu AÜGSF seramik fakültesi mezunu. Eserlerini hayli cesur ve çarpıcı buldum. Belli ki çok heyecanla meydana getirilmiş. İzleyiciyi sürüklüyor. Sanatçı, izleyicinin algılama biçimine göre algılamada çeşitlilik olduğuna işaret ediyor. '...kavramlar ve zihinsel imgeler maddeye yöneltilen etkiler sayesinde kendi realitesine ulaşır' diyor. Bence kuantum mekaniğinin ana fikrine temas etmiş oluyor. Dikkatimizi bir şeye odakladığımızda o şeyi kendi algılama kapasitemize göre şekillendirmiş oluruz. Bu tümüyle sübjektif bir şeydir. Ortaya çıkan biçim o kişinin kendisidir.
  
Başka bir galeri başka bir sergiye geçiyoruz. Galeri AKDENİZ (tagore cad. 720 sok. şahinler sitesi B bl. 5/B yıldız çankaya ankara; 312-441 29 99; galeriakdeniz@yahoo.com) ve usta baskıresimci Atilla Atar'ın sergisi. Atar eserlerini litografi tekniğiyle yapıyor. 1944 Vakfıkebir doğumlu. Paris'de baskıresim üzerine uzmanlık eğitimi almış. Gerçekten uzman bir baskıcıyla karşılaştığınızı hemen anlıyorsunuz. Zahmetli ve teknik becerinin yanısıra resim sanatındaki kompozisyon, renk, ışık, gölge, perspektif, leke, kütle vs gibi tüm öğeler de devreye giriyor. Çünkü aynen taşın yüzeyine resim yapılıyor ve bu resim baskı kağıdına basılıyor. Dolayısıyla iş zenaatten çıkıp sanata ve özgün yaratıcılığa ister istemez dönüşüyor.
Atar resim sanatı yönünden bakıldığında tam bir ressam. Biz resimcilerden farkı resmi tuvale değil de taşa yapıyor; basıyor. İşin özeti bu.
Sanatçı bu sergisinde daha çok kuşbakışıyla gördüğü şekilde çarpık kentleşmenin başlıca öğeleri olan yüksek binaları hedef almış. Görülmeye değer bir sergi ve önemli bir sanatçı.
Evet, gelelim KÜRATÖR'e... Daha doğrusu KÜRATÖR ANKARA'ya... 19 mart 2016 günü muhteşem bir açılışla Ankaralıların karşısına çıktı. Sanat galerisi ve restoran. Lüks basım davetiyeler davetlilere elden teslim edildi. Ünlü sanatçıların eserleriyle bir karma sergi düzenlendi. Kalabalıktan havaya attığım iğne yere düşmedi. Canlı müzik bir taraftan. Caz parçaları yürekte;.'Cover Angers' topluluğu. Amerikan bar harıl harıl çalışıyor öbür yandan. Cinler tonikler... Dayanamayıp dans pistine fırlayanlar...
Barmenin repertuarı alabildiğine geniş; hiç alışılmadık kendine özgü sürpriz spesiyaliteleri var. Düşünün; konuşmalardan yanlış hatırlamıyorsam limonata dalında önemli bir ödül almış. Şimdi dünyada kaç milyar insan varsa o kadar da limonata yapılıyordur. Limonu sıkarsın, suya katarsın, şekerle de tatlandırırsın, al sana ala limonata. İşte bu kadar basitlikte bile nüanslar demek o kadar derin ki böyle bir ödül ortaya çıkıyor. Tabii bu barmenin ne kadar uzman ve yaratıcı olduğu hakkında bir referans... Yemekleri yapan hanımla da tanışmıştık daha önce. Gayet kaliteli ve bilgili bir kişi. Yemekleri henüz tatmadım. Ona da sıra gelecek.
Doğan Erdinç ile Sibel Özkara bu mekanı açmışlar. Selen Pelesen de sorumlu kişi. Muhteşem üçlü. Doğan bey yetmişli yıllarda gittiği Londra'da böyle bir mekan görmüş. Tam hayal ettiği gibiymiş; 'Ben de böyle bir yer yapacağım' demiş kendi kendine. İşte sonuç.
Gerçekten çok zevkli ve kaliteli bir konsept. Bayağı büyük bir mekan. Belli günler canlı müzik, belli günler eski 45'likler...olacak. Arka bahçede yazın kalite sanat filmleri gösterileri düşünülüyor. Büyük salonun yanındaki küçüğünde de yerel ve geleneksel el sanatları sergisi düzenlendi. Burada resim vs kursları da düşünülüyor bildiğim kadarıyla. Ve tiyatro dekoru değiişir gibi akşamları küçük masalar birleştirilerek gruplar için büyük yemek masaları kuruluverilecek. Ön bahçe ise yazın masalarla dolacak, bir cafe/restoran bulvar olacak. Müzayedeler yapılacak. Tematik olacak bu müzayedeler; tablo, takı, gümüş, antika vs müzayedeleri gibi.
Sergiye katılan sanatçıların çokluğundan hepsinin adını burada anmama imkan yok.
KÜRATÖR'ün yeri Şili Meydanında, Paris caddesinin hemen başında; (paris cad. 7, şili meydanı 06680 çankaya ankara; 312-4283810; www.kuratorankara@.com) merhum eski başbakan Adnan Menderes'in evinin yanında.
O eski vakitlerde Menderes şehir merkezinden ve gözlerden uzak olmak amacıyla bu ak renkteki villayı yaptırmıştı. O zamanlar lise talebesiydim. Biliyorum. İçinde oturması nasip oldu mu tam hatırlamıyorum. Ankara, Ulus'tan başlar en fazla Bakanlıklar semtinde biterdi. Merkez Ulus'du. Dolayısıyla Kavaklıdere uzak bir yer idi. Oradan sonra Çankaya'ya kadar sağlı sollu köyler, bağlar, bahçeler vardı. Şimdiki Sheraton otelinin bulunduğu yer şaraplık üzüm bağıydı. Zannedersem Kavaklıdere şaraplarının. Çankaya köşkünden inen Cumhurbaşkanı Celal Bayar Kavaklıdere dolaylarında oralarda arabasından iner bulvarda yürüyüş yapardı. Arabası arkasından yavaşça takip ederdi. Kaç kere rastladım. Selam verirdik.
Opera temsillerinde perdenin açılmasını beklerken birden orkestra istiklal marşını çalmaya başlarsa bilirdik ki zamanın Cumhurbaşkanı Bayar gelmiş. Hep beraber ayağa kalkılırdı tabii. O zamanlar muhalefette olan İsmet İnönü de eşi Mevhibe hanımla operaya sık gelirdi. Onun da yeri hazırdı. En önde, ortada. Ne devirlerdi. Devlet adamlarımızın sanata değer verdiği, teşvik ettiği yıllardı.... Kalite...
monad balkan 21 mart 2016 ankara